06 Nisan 2024

NATO: Batı uygarlığının parçası mı, eskimiş bir savaş aracı mı?

Avusturya, İrlanda, Japonya, Yeni Zelanda NATO’ya üye olmadıkları için insan hakları bakımından çok mu kötü durumdadır sizce?

(Soldan sağa) Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Joe Biden, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, eski İngiltere Başbakanı Boris Johnson NATO 2022 Madrid zirvesinde

Ben desem muhtemelen umursamazsınız, onun için çok ünlü ve zengin birinin, Elon Musk’ın sözlerini aktarayım (Kendisinin 200 milyar doları var, yani ondaki para bendekinden 200 milyar dolar daha fazla.)

Amerikalı iş insanı, mart ayı başlarında, Varşova Paktı’nın 30 küsur yıl önce lağvedildiğini hatırlatarak “Temel rakibi ortadan kalktığına göre NATO neden hâlâ var?” diye soruyordu.

Ona cevap verenlerden biri, Letonya Devlet Başkanı Edgars Rinkēvičs idi:

“NATO’nun kuruluş zeminini oluşturan sebep, Rusya ve özgür dünyanın diğer düşmanları bugün de vardır ve hep var olacaktır.”

“Demokratsan NATO’ya dil uzatma!”

NATO’nun varlığını sorgulayan soru ve yaklaşımların, ülkemizde sağ ve sol cephedeki pek çok çevreden, bu arada çağdaş, demokratik ve insan haklarına saygılı bir düzen kurulmasını isteyen insanların bir bölümünden tepki aldığını biliyorum.

Bu ülkede bir fikri savunmak hatta bir soruyu ortaya atmak bile çok zor. Seni hemen kafalarda oluşup anında örümceklenen kategorik raflardan birine postalayıveriyorlar:

-Komünist!

-Eski moda solcu!

-Ulusalcı/milliyetçi!

-Batı düşmanı!

-Putinci!

"Vallahi bunlardan hiçbiri değilim" desen de çare etmiyor. Bu kutuplaşma ortamında kimsenin ince düşünesi yok. Eldeki damgalardan birini bas alnına gitsin!

Yahu kardeşim, ben “Batı uygarlığı” derken birey haklarını, demokrasiyi, özgürlükleri, zengin ve insanca bir yaşamı tartışacağımızı sanıyordum.

NATO askerî-politik bir pakt. Evet, paktın belgelerine göz atarsak üyelik için “hukuk devleti ve demokratik kurumların zorunluluğu” gibi taleplerin yazılı olduğunu görüyoruz ama bir de dönüp üyelere bakınca, bunun fazla bir karşılığı olmadığını anlıyoruz.

NATO bir “kolektif güvenlik örgütü.” Ama günümüzde bir yandan Rusya, bir yandan NATO bütün dünyanın güvenliğini uçurumun kenarına kadar getirdiler ve o tehlikeli bölgede tepişmeye devam ediyorlar.

Askerî ittifakın gerekli hatta kaçınılmaz bir kurum olduğundan kuşkulanan sadece ben değilim. “Batı uygarlığı” içinden veya ona yakın olanlardan da benim gibi düşünen ya da en azından kuşku hissedenler hiç az değil.

Söz gelimi, Avusturya, İrlanda, Malta, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda NATO’ya üye olmadıkları için insan hakları ve demokratik değerler bakımından çok mu kötü durumdadır sizce? Bu arada bunlardan ilk 3'ü AB üyesidir. (AB’nin toplam üye sayısı 27 ve elbette hepsi Avrupalı ülkeler. NATO’nun toplam 32 üyesinden -ABD ve Kanada dışındaki- 30’u Avrupa’da yer alıyor.)

ABD’nin elinde kullanışlı bir araç

1 Şubat’ta T24’te bu konunun farklı bir boyutunu  yazmıştım.

O yazıda, vaktiyle “NATO’nun asla genişlemeyeceği” sözüyle Gorbaçov’u aldatan Batılı liderlerin, daha sonradan da Yeltsin ve Putin’in “madem illaki genişleyeceksiniz, o halde Rusya’yı da pakta üye yapın” çağrısını reddetmesini ele almıştım.

Gerçekten de 90’ların başında Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı tarihe karıştığına göre, muzaffer pakt NATO’nun görevini yerine getirdiği ve kapatılması gerektiği düşünülebilirdi.

Ama bu seçenek tercih edilmedi. Yeni üyelerle adım adım genişleme planı uygulandı.

Örgüt bugüne kadar 10 kez genişledi, üstelik 90’lı yıllardan bugüne kadar alınan yeni üyelerin hepsi eski Sovyet cumhuriyetleri ve Sovyetler Birliği’nin müttefiki olan eski sosyalist devletlerdi.

NATO’dan vazgeçilmedi çünkü o birçok açıdan kullanışlı bir mekanizmaydı. Sadece askerî değil, daha çok siyasi bir araçtı. Onu kullanarak çoğu kez çatışma yaşanmadan da, caydırıcılık yöntemiyle sindirilen rakipler, sonrasında ağır sosyo-ekonomik süreçlerin de baskısıyla yenilgiye doğru sürüklenebiliyordu.

Bu araçla Batı’nın, onun patronu ABD’nin, gücünü tüm dünyaya dayatması kolaylaşıyordu.

Bu şema belki de en çok şimdi işliyor. Geçmişte paktın farklı dönemleri oldu. Fransız lider Macron’un 2019’da “Beyin ölümü gerçekleşti” dediği NATO, bugün Rusya-Ukrayna Savaşı sayesinde her zamankinden daha dinamik ve konsolide olmuş durumda.

Bu anlamda Amerikan Başkan Biden’ın, Rus lider Putin’i manipüle edip savaşa girme isteğini destekleme başarısından dolayı sevinçli olduğu tahmin edilebilir. (Gerçi şu sıralarda yaklaşan seçimlere doğru üzerinde giderek büyüyen Trump gölgesinden dolayı pek de sevinecek hali kalmamış olabilir.)

Plan yürürlükte. Formül kabaca şöyle: “Batı’nın parası + Ukraynalıların kanı = Rusya’nın zayıflaması.” Bu formülde ölen Ukraynalılara ve Ruslara üzülmeye yer olmadığını size anlatmama gerek yok herhalde.

NATO’ya her zaman düşman gerekiyor

NATO’nun varlığını sürdürmesi ve gelişmesi için, tıpkı ilk on yıllarda olduğu gibi, “düşman” imajına ve kutuplaşmaya ihtiyacı var. Eskiden düşman SSCB ve komünizmdi, şimdi Rusya ve Çin (onlara İran, Kuzey Kore gibi ülkeler de eklenebilir.) Paktın eskimiş anlayış ve şemalara bağlı kaldığı ve kendisini yenileyemediği rahatlıkla söylenebilir. Ne derseniz deyin, sonunda NATO eskimiş bir örgüttür.

Bu arada hızla değişen zamana ayak uydurması da kolay olmuyor: Örneğin, giderek genişlerken her kararını oy birliğiyle almaya çalışan paktın, sayıları giderek artan üyelerinin çıkarlarını ortak bir düzlemde buluşturmakta zorlandığı -İsveç’in üyelik sürecinin ortaya koyduğu gibi- görülüyor ve muhtemelen bundan sonra daha çok görülecek.

4 Nisan’da 75. yaşını tamamlayan NATO, Temmuz’da Washington’da 75. yaşının tarihi zirvesini yapacak. Mutlaka görkemli bir kutlama ve gürültülü söylemler gündeme gelecektir. Ama ittifakın 21. Yüzyıl’ın realitelerine uygun bir yenilenme çizgisine girebileceğinin işareti henüz ortaya çıkmadı. Daha çok Ukrayna konusu ve paktın bütçe ve görevlerindeki Amerika-Avrupa dengeleri ele alınacak gibi.

Tabii bu arada NATO ile Moskova arasındaki gerginlik, tehlikeli biçimde yükseliyor ve bilerek ya da bilmeden parlayabilecek bir kıvılcım, Rusya ile pakt üyesi ülkelerden birini, dolayısıyla -5. madde uygulanırsa- tüm ittifakı savaşa sokabilir.

Romanya’da inşa edilmekte olan en büyük NATO üssü, Karadeniz’de artan riskler ve Kremlin’in “Sadece bize karşı savaşa girecek F-16’ları değil, onların kalktığı havaalanlarını ve üsleri de vuracağız” açıklaması ve başka birçok gelişme, dünyanın nükleer bir yangınla yok olma ihtimalinin kesinlikle bir masal olmadığını düşündürüyor.

Doğrusu insanlık olarak çok zor bir durumdayız. Bu zorluğu, vaktiyle Rusya’yı NATO’ya üye edip o koca devleti pakta entegre etmenin zorluklarıyla kıyaslamaya sanırım hakkımız vardır. Ve hangisinin daha mantıklı bir çözüm olduğu sorusunu sormaya.

Gerçi bizim hakkımız olsa ne yazar! Günümüzde dünyanın en kârlı işlerinden birini yapan silah üretici ve ihracatçılarının hakları ve yetkileri, nasıl olsa bizden daha fazla olduğuna göre…

Hakan Aksay kimdir?

Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı.

Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı.

Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da '3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu.

2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Hayat ve ölüm üzerine biraz karamsar bir yazı

Almodovar’ın ölümü kabullenmek konusunu işleyen Yandaki Oda filmi ve T24'ün bir haberi

Erdoğan’a saygıda kusur etmeyen ünlü Rus rejisör Pamuk’a ateş püskürdü

Bazı kültür insanları yazdığı, yönettiği, rol aldığı eserlerde eşsiz kahramanlık öykülerini yansıtsa da gerçek hayatta bunların çok uzağına düşebiliyor

Erdoğan, İmamoğlu, Yavaş, Commodus, Maksimus…

Mertlik Türk olmanın genetik bir sonucu değil. Ve tarihimiz sayısız entrika, tuzak ve kalleşlikle dolu

"
"